Eşitlik ve Özgürlük Arasında: “Beyaz”

Şeyma Tecer
3 min readDec 23, 2021

Eşitlik nedir? Tanımsal olarak iki şeyin boyut ya da şekilce denk olması demektir. Peki ilişkilerdeki eşitlik?

Krzysztof Kieślowski’nin Üç Renk filmlerinin ikincisi olan Beyaz, hayatının birçok alanında kaybeden bir adam olan Karol’un şartlarla birlikte yaşadığı duyguların eski eşi Dominique tarafından aynı şekilde hissedilmesi için verdiği mücadeleyi konu alıyor. Kısaca Karol’un eşitlik mücadelesi de diyebiliriz.

Filmin ana teması olan “eşitlik” ilkesinin ne anlama geldiğini ve filmde nasıl kullanıldığını anlamak için Rousseau’nun şu sözleri önemli: “özgürlüğün ön koşulu eşitliktir.”

Karol karakterinin filmin en başından itibaren çırpınışlarını ve karısına olan duygularını görmesi için yakarışlarını görürüz. Duygularının esiri olan Karol için özgürleşmesinin tek yolu Dominique’nin ona yaşattığı acıları ona aynı şekilde yaşatabilmesi ve eşitliği sağlayabilmesidir.

“…“İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni” konuşmasında, uygarlık yolunda atılan her adımın insanları eşitlikten uzaklaştırdığını söyler. İnsanlar arasında önce doğuştan gelen sağlık, beden gücü, zeka ve ruh yönünden eşitsizlikler vardır, sonrasında da siyasal anlamda eşitsizlikler doğar. Doğa durumunda “iyi” olan insan, özel mülkiyet ve bunun yarattığı hırs ile acıma ve merhamet duygularını yitirir. Uygarlaşan, mülkiyete değer veren insan kurumsallaşma arzusuyla, akıl yürütmeyi, duyarlılığın önüne koyar ve gittikçe ayrışır.”

Rousseau’nun değindiği şey tam olarak Karol’un önüne çıkan fırsatları birer merdiven gibi kullanarak Dominique’e ulaşabilme gayretini açıklar. Zira Dominique de Paris’te Fransızca bile konuşamayan, kendini ifade edemeyen bu adamı Fransa mahkemesi önünde kendini ifade etmesine bile müsaade etmeden boşamıştı. Üstelik ona ulaşmaya çalışan eski eşine suç atıp polisler tarafından yakalatmak istemişti.

Ancak tüm bunlara rağmen Karol, Dominique’den vazgeçmiş değildir. Şartları eşitlemek için çalışır ve bu süreçte Fransızca’yı da öğrenir. Yine de her şeyin eşit olması için Dominique’nin de kendisi gibi yabancı olduğu bir ülkede yapayalnız olması gerekecektir. Bu yüzden düzenlediği sahte cenaze töreniyle onun Polonya’ya gelmesini sağlar.

Tabiki Dominique cenazesine katıldığı adamı döndüğü otel odasında görmeyi beklemiyordur. Cinsel olarak onu tatmin etmediğini söyleyerek ayrıldığı eşi Karol’la orada birlikte olur ve tüm şartlar o yataka eşitlenir çünkü Dominique Karol’dan, Karol Dominique’den istediğini almıştır artık.

Her ne kadar filmin başında her şeyiyle Dominique’yi affeden merhametli bir karakter çizse de Karol, Rousseau’nun da dediği gibi özel mülkiyet ve bunun yarattığı hırs ile acıma duygusunu ve merhametini yitirmiştir. Yaptığı plan acımasız bir hal alır ve Dominique Karol’un ölümünden sorumlu tutulur. Geçen gece birlikte olduğu adamın ölümü ve yaşamı arasında kalan Dominique delirir.

Karol’un eşitlik için verdiği mücadele sonuç vermiş ve duygularından özgürleşmiştir ancak diğer tarafta hayatı boyunca ölü bir adam olarak yaşayacaktır. Dominique ise geri dönüşü olmayan bir esarete girmiş, delirmiştir.

Ve üçlemenin diğer iki filmindeki gibi ana karakterlerin ağlamasıyla film biter. Ve eşitlik bir kez daha bu sahnede tekrarlanır. İki esir insan birbirine bakmaktadır.

Böylece yazımın başında filmin konusu için söylediğim “Karol’un eşitlik mücadelesi” yerini “eşitlik ve özgürlük arasında masumiyetin yani beyazın yitirilişi” ‘ne bırakır.

--

--